NAİME ERKOVAN: 

ACELESİ OLANA SANATIN KAPILARI KAPALIDIR

 

Yazmak hayatın merkezinde duruyor. Sizi yazma eylemine iten isteği, desteği, saikleri nasıl tarif edersiniz. Sizin için, “Ben de var olmanın tadına varanlardanım” diyebilmenin bir yolu mu yazmak?

 

Yazmak, edebiyatla hemhâl olmak büyük mutluluk benim için fakat onu hayatımın merkezine almaktan hep imtina ettim çünkü merkezde bulunan her şey, bir yerden sonra kendi hükümranlığını ilan ediyor. Bütün hayatımı ritimleriyle yönlendiren değerlerdir benim için merkez. Orası sağlam olursa ve saf niyetlerle şekillenirse eylemlerimiz ayrı bir büyü yakalanacaktır. Ve bu büyü, sözlerimizi daha tesirli kılacaktır.

 

Yazmayı, varoluştan ayrı tutmak istiyorum. Büyük manalar yüklemiyorum bu eylemime. Büyük bir sevinç ve heyecanla yazıyorum. Bu alandaki tek dileğim, kelimelerimin nasibi olduğu sürece sevinç ve heyecanın eksilmemesi. Ama ola ki bir gün eksildi. O zaman için de başka bir dileğim var: Sevinç ve heyecanımın yok olduğunu idrak edebilmek. 

 

Yazmak, bir nevi kendisiyle yüzleşmek, kendisine doğru adım atmak mıdır sizce? Yazdıklarınızı dinlendirir misiniz? Yoksa sıcağı sıcağına hemen sunar mısınız?

 

Yazmak, ayna tutar yazana. Kendimizi ifade etmeye çalıştıkça zihnimizi açığa vururuz aslında ama bu yolda ilerledikçe ve sanatı daha iyi öğrendikçe kendimizi gizlemeyi başarırız. O yüzden her yazarın ilk eseri önemlidir. Yazdıklarımızı örtsek de biliriz yine bizden nelerin yansıdığını.

 

Yazdıklarımı dinlendiririm fakat asıl süreç yazmadan önceki süreçtir. Bir fikrin şekillenmesi için onu zihnimizde dolaştırıp olası bütün kelime ve senaryolarımızla tanıştırırız. Onların arasından kendine has bir hikâyeyle çıkabilen konudur yazılmayı hak eden. Görünür olan hiçbir şeyin geri dönüşü yoktur. Bu nedenle acele etmemekten yanayım. Çünkü sanat ve acele kelimeleri yan yana duramayacak kadar zıt kelimelerdir. Acelesi olana sanatın kapıları kapalıdır.

 

Edebiyatın çekici birçok türü arasında hikâyede karar kılmanızın sebepleri nelerdir?

 

Hikâye keskin, etkili, hayal gücünü kışkırtıcı. O, yuvam gibi ancak insan bazen göç eder, yeni topraklarda kök salar. Ve bir de bakar ki yaşadığı yer, yeni bir yuvaya dönüşmüştür. Belki bir gün deneme veya roman -şiir olacağına ihtimal vermiyorum- yazmak isteyebilirim. Kesin sınırlar çizmiyorum kendime bu anlamda. Kısmetimde neyi yazmak varsa ona hazır olmak ve vakit geldiğinde de türün güzel bir örneğini sunmak istiyorum.

 

Yazarlık öğretilen ve öğrenilen bir şey midir yoksa zuhurata mı tabi olmak gerekir?

 

Yazmak elbette öğretilen ve öğrenilebilen bir eylemdir ancak fıtri yatkınlığı göz ardı etmemek gerekir. Bazısı ona yetenek diyebilir fakat her yetenek, geliştirilmeye muhtaçtır. Her insan yazma heyecanına kapılmaz. Dolayısıyla bütün insanlara bahşedilen bir şey değildir sanat eğilimi. Ama kimde varsa o hayal, peşine düşsün ve şunu unutmasın: Sahneye kulisten çıkmak gerekir.

 

Kitaplarınız ve yazarlık serüveninizde bizlerle paylaşmak istediğiniz özel hatıralarınız var mı?

 

İlk kitabım “Beşinci Düğme” yayımlandıktan sonra hemen hemen her sene aynı vakitlerde yeni bir eserim çıktı. Çıkmadığı yıllar, önemli olayların gölgelediği yıllardır. Ameliyat, 15 Temmuz kalkışması gibi olaylar. Bir de her öykü kitabım bir konsept dahilinde yazıldı. Bağımsız öyküler olsalar da kitabın tamamını oluşturan bir bütünün parçaları oldu eseri meydana getiren öykülerim. 

 

Kadın ve edebiyat bağlamında neler söylersiniz?

 

Edebiyat denilince cinsiyet farklılığı görmüyorum. İnsanlığını yitirmeden, insanı yazan kişi büyük yazardır benim için.

 

Türkiye kadın okurunu nasıl buluyorsunuz? Sizce bilhassa kadın okuyucu kitaba mı yazara mı daha çok bağlanıyor veya öncelik hangisinin?

 

Kadınların ağırlıklı olarak okuduğuna hepimiz şahidiz. Nitelikli, dikkatli ve hepsinden önemlisi sabırlı okurlar onlar. Diğer soruya gelince yalnızca kadınların değil, erkek okurların da çoğunlukla eseri sahiplendiklerini düşünüyorum. Yazara bağlanmak daha zor çünkü bazı yazarları yakından tanımak, hayal kırıklığına dönüşebiliyor ama eserler size asla ihanet etmez.

 

Hikâyeleriniz filmleşsin ister misiniz? Sizce bu anlaşılırlığıarttırıyor mu azaltıyor mu? Sinema ve Edebiyat hakkında neler söylersiniz?

 

Bir sanat ürünü, başka bir sanat ürününe dönüştüğünde o artık yeni bir eserdir. İlk hâlini ne korumasını bekleyebiliriz ne de daha iyi anlamak için onu bir araç olarak görebiliriz. Oysa kitabını okuyup sonra da filmini izlemiş herkesten aynı hayal kırıklığını duyarız: “Kitap daha güzeldi.” Sinema filmi bir kitaptan uyarlanmışsa önce eserin okunmasından yanayım. Kendi hayal gücümüzün onu resmetmesinden daha güzel bir şey yok çünkü. Filme aktarıldığında onu resmeden artık bizler değiliz. O yüzden hikâyelerimin filmleşme fikrine çok sıcak bakamıyorum. Karakterlerimin bir şekle hapsedilmesine sanırım gönlüm pek razı olmayacak.

 

Kitabın gittikçe bir tüketim maddesine, bir metaa dönüştüğünü düşünüyor musunuz?

 

Aslında bu eski bir mesele. Onu bir metaa dönüştürenler olduğu gibi her dönemde sanata meyleden ve onu talep edenler de oldu. İlk yönü tercih edenler sayesinde yazarlar para kazandı, diğer yönü tercih edenler sayesinde yazarlar sanatçı unvanı kazandı. Dünya var oldukça da bu denge şaşmadan devam edecek sanırım.

 

Sizde derin izler bırakan yazarları ve kitapları sorabilir miyiz?

 

Bize ayrılan yeri aşabilirim bu soruya kapsamlı cevap verirsem ama bir çerçeve oluşturmaya çalışacağım. Rilke ve onun muhteşem eseri, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”; Tanpınar’ın her yazdığı; Strugatski kardeşlerin, “Uzayda Piknik”i; Tarık Buğra’nın özellikle hikâyeleri; Heinrich Böll; Gogol; Cemil Meriç, “Bu Ülke”; Samiha Ayverdi’nin her yazdığı; “Beni Asla Bırakma”; Flannery O’Connor hikâyeleri; Ingeborg Bachmann’ın her yazdığı; Behçet Necatigil’in her tercümesi; Dino Buzzati hikâyeleri; Hermann Broch, “Uyurgezerler” ve “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu”; Ray Bradbury’nin her yazdığı… Liste böyle uzar gider.

 

Mutfakta neler var sizden yakın zamanda yeni neler okuyacağız?

 

Sekizinci öykü kitabımı tamamladım. Yakın zamanda okurlarla buluşmasını umuyorum.

 

BERDÜCESİ - Sayı: 2